DUYURULAR

Kur’an’da Ebced Ve Cifir Hesabı Var Mıdır ?

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Suâl: Kur’an’da Ebced Ve Cifir Hesabı Var Mıdır ?

Cevap: Mesele Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şâna geldiğinde durum farklıdır. Kur’ân, Allah’ın kelâmıdır ve tüm asırlara hitap eder. Kur’ân umum asırlara ve zamanlara hitap ettiğine göre, onun mânâsı bir meseleye, bir asra, bir hâdiseye bakıyorsa, ebced değeri de oraya tevafuk ediyorsa, bu mânâyı takviye edici bir işaret olur.

Denilir ki: “Demek ki burada bir hususiyet var ki, ayet-i kerimede buna işaret edilmiş.”

Fakat bu, Kur’ân’ın sarih (açık) mânâsı gibi algılanmaz. Yani, “ayet bunu açıkça söylüyor, bu işareti kabul etmek zorundasın” gibi bir zorlama yoktur. Eğer gerçekten vukû bulursa, o zaman Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân’ın icazı ortaya çıkar. Bu ancak vuku bulursa anlaşılır. Yoksa bu metnin sarih mânâsı gibi değerlendirilmez.

Bazıları ilmî usulleri bilmediği için Üstad Hazretleri bir ayet hakkında “mânâ işâresiyle şuna bakar” dediğinde, bu sözün kıymetini anlayamaz. Kendi kafasından ayette aklına geleni sündürerek, “bu bir işarettir” der. Bu doğru değildir.

Ebcedin yalnız başına tevafuku, bir işaret sayılmaz. O işaretin, mânânın külliyetine dâhil olması gerekir. Allah Teâlâ:

“يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا

“Ey iman edenler!” buyurduğunda bu yalnızca o andaki sahabelere mi hitaptır? Bu hitap bütün müminleredir. Çünkü Allah’ın ilminde geçmiş, gelecek her şey mevcuttur. Biz de iman ettiğimizde o ayete muhatab oluruz.

O hâlde يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا” her mümine işareten bakar denilir. Ama sarahaten “bu ayet benden haber veriyor” diyemezsin. Bu, mânânın külliyetine bir ferd olarak dahil olmaktır. O zaman “bu ayet bana da hitap ediyor” denilir.

Mesela bir ayet diyor ki — Risale-i Nur’da da geçtiği şekliyle — Yahudi ve Hristiyanlar hakkında:

“Bunların ehl-i kitap olmalarına aldanmayın. Bunların müşriklerden farkı yok. Mesih Allah’ın oğlu dediler. ‘Üzeyir Allah’ın oğludur’ dediler.”

Müşriklerin aynı sözlerini tekrar ettikleri görülüyor. Ayette buyruluyor:

وَاتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِّن دُونِ ٱللَّهِ“,

“Âlimlerini ve râhiplerini Allah’tan başka rab edindiler.”

Bu hüküm bugün de geçerlidir. Çünkü Allah Teâlâ bütün asırlarla konuşur. Devamında;

يُرِيدُونَ أَن يُطْفِـِٔوا۟ نُورَ ٱللَّهِ بِأَفْوَـٰهِهِمْ

“Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar.” buyuruyor.

Burada muzâri fiil (يُرِيدُونَ) kullanılmıştır. Bu, fiilin hâlâ devam ettiğini ifade eder. Bugün de Allah’ın nurunu söndürmek isteyenler var. O hâlde bu ayet, yalnızca geçmişe değil, bugüne de hitap eder. Kur’ân madem rehberimizdir ve her asra hitap eder, bu ayet de bugünün insanına bir ikazdır.

Bugün de İslâm nurunu söndürmek isteyenler, aynı ahbâr ve ruhbândır. Bunlar, din kisvesiyle hakikate perde olmaya çalışır. O hâlde bu ayetin küllî mânâsı içinde bugünkü zamanda vardır.

Eğer bu asır dahil değilse — hâşâ — o zaman denilmesi gerekir ki bu ayet bu asra hitap etmez. Bu ise Kur’ân’a ittibânın anlamını zedeler. Ama Allah Teâlâ devamında şöyle buyurur:

وَٱللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِۦ وَلَوْ كَرِهَ ٱلْكَـٰفِرُونَ

“Allah nurunu tamamlayacaktır; kâfirler istemese de…”

Bu, İslâm’ın ebedîliğini ve nurunun söndürülemeyeceğini haber verir. Hüküm hâlâ bâkîdir.

Üstad Hazretleri de bu ayetin harflerini ebced hesabına tâbi tutmuş ve çıkan rakam 1293 olmuş, yani 93 Harbi. O tarihte Avrupa’nın tahrikiyle Ruslar, İslâm âlemine taarruz etmişlerdi. Bu da “İslâm nurunu söndürme” teşebbüsüdür.

Kur’ân, tüm asırlarla konuşan bir kelâmdır. Onun her bir mânâsı, her bir ciheti aynı şuurla, aynı iradeyle söylenmiştir. O hâlde Kur’ân’ın lafzıyla yapılan bir tevafuk, eğer aynen vukû bulursa, bu mânânın doğruluğu ortaya çıkar. Vaki olmuş, yaşanmış bir şey nasıl inkâr edilebilir?

Ancak, eğer o hadise henüz vuku bulmamışsa ve sen bir ebced tevafukundan dolayı, “acaba böyle bir şey olacak mı” diye bir ihtimal sezmişsen, bunu kesinlik gibi göremezsin. Çünkü لَا يَعْلَمُ ٱلْغَيْبَ إِلَّا ٱللَّهُGaybı Allah’tan başkası bilemez” Bu, sarih ve kat’î bir mânâ değildir. Ancak aynen vuku bulursa, o zaman “evet, bu işaret doğrudur” denilir. Bu ise Kur’ân olduğu içindir.

Ama sadece şöyle bir tevafuk olmuş, bir rakam buraya düşmüş, bir harf hesabı bir sayıya denk gelmiş diye; fal bakar gibi, şekilleri yorumlar gibi konuşmak doğru değildir. O işârî mânâ, sarih mânânın külliyetinden bir ferttir. Her zaman ebcedî olarak o fert bulunmayabilir ama mânâ ona şâmildir. İlla ki her bir olayda ebced tevafuku aranmaz. Fakat eğer ebced tevafuk ediyorsa, bu özellikle o hâdiseye işaret ettiğini düşündüren bir kuvvet olur.

Mesela, 93 Harbi’ne tevafuk eden ayetlerde Üstad Hazretleri bunu yapmıştır. 31 Mart Vakası, hilâfetin kaldırılması, âlem-i İslâm’da meydana gelen inkılaplar gibi pek çok hâdisede benzer tevafuklar vardır. Bunlar sırf Üstad’a mahsus değil; pek çok ulema da Kur’ân’ın bu gibi işârî ve remzî yönlerini keşfetmekte bu tarz hesapları bir alet, bir vasıta olarak kullanmıştır. Ancak bunu kehanet hâline getirmek caiz değildir.

 

Bu makale Soru – Cevap Derslerinin 4. Dersinden alınmıştır. Dersin Orijinal Youtube Linki: Fetö, Risale-i Nur’u Kendisine Kılavuz Mu Yaptı ? | Soru – Cevap 4. Bölüm

Soru Cevap Derslerinin Tamamı İçin :

Bunlara da bakabilirsiniz

Üstad Bediüzzaman Neden Ebced Ve Cifir Hesabı Yaptı?

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Suâl: Üstad Bediüzzaman Neden Ebced Ve Cifir Hesabı Yaptı? Cevap: Üstad Hazretleri bu …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir