Râinâ ve Unzurnâ, ilk bakışta aynı manada kullanılsa da, bu iki kelimeyi dikkatle mukayese ettiğimizde aralarındaki fark açığa çıkar. Râinâ, “bize riayet et” demektir.
Peki, riayet nedir?
Bizim maslahatımıza riayet et, yani bizim faydamızı gözet, bizim için en yararlı olanı yap manasına gelir.
Unzurnâ ise “bize bak, bize nezaret et” demektir.
⁉️ Peki, riayetle nezaret arasındaki fark nedir?
Riayette, riayet eden yani râî, riayet edilenlerin velisidir. Yani güdülendirler, işin yükü onların omuzunda değildir. Başlarında bulunan kişi, onlar adına iş yapar.
Nezarette ise durum farklıdır. Halk, yani nezaret edilenler, kendi vazifeleriyle meşguldür. Emri yerine getirir, reisine yani nazırına itaat eder, yardım eder. Râî de yukarıdan kontrol eder, işlerin düzgün yürümesini sağlar.
⁉️ Asr-ı Saadet dışında, eski sistemlerde umumiyetle nasıldı?
Genel olarak devlet, raiyyetinin maslahatını gözetir, onların yerine iş görürdü. Hatta “devlet baba” tabiri de buradan gelir. Yani her şey devletten beklenir.
Ama zamanla beşeriyet değişmeye başladı, öğrenmeye başladı. Dedi ki:
“Ben koyun muyum ki biri beni gütsün? Bu devlet hepimizindir, niçin yalnız o bize baksın? Gelin, beraber yapalım! Başımızda bulunan kişi bizim emanetimizi yüklenmiştir. O bize nezaret etsin; birlik ve beraberliğimizi sağlasın.”
Bu bakış açısı daha güçlü bir sistem değil midir?
İslam’a bakıldığında zaten İslam’ın ruhu da budur. Sahabenin devletine bakın: Devlet bütün ümmetindir.
⁉️ Peki halife nedir?
Halife, ümmetin emanetini yüklenen kişidir. Onlara nezaret eder.
Her bir fert, o yapı içinde mesuldür. İtaat ederek, vazifesini yaparak yardım eder. Başta bulunan da nezaret eder.
Yani birileri başımızda çoban olsun, biz de koyun gibi güdülelim… böyle bir anlayış yoktur.
Birlik olun, beraber olun. Elbette başınızda bir kişi bulunur ama o riayet için değil, nezaret için vardır.
“Gel önde ol, bizim yerimize sen yap, biz senin arkandayız” demek doğru değildir.
Bir adam nasıl olur da herkesin işini tek başına yapabilir?
Herkes bu taşın altına elini koymalı, kendi vazifesini yerine getirmeli. O da ümmete nezaret etmelidir. Artık cemaat olma zamanıdır.
Eskide, yani Kur’an’ın hâkim olduğu Asr-ı Saadet ve onu takip eden tâbiîn ve tebe-i tâbiîn dönemlerini kastetmiyoruz. Âlem-i İslâm hicrî üçüncü asra kadar yine güzeldi. Ancak bilhassa beşinci asırdan sonra, genel beşeriyetin gidişatına uymaya başladı.
Bugün şahsiyetçilikten, ferdiyetçilikten kurtulmak lâzımdır.
“Ene” demek yerine “nahnü” demek lâzım. Cemaat olmak lâzım. Şahs-ı manevî inşa etmek lâzım!