DUYURULAR

Üstad Bediüzzaman Risale-i Nur’u Neden Telif Etmiştir ?

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Suâl: Üstad Bediüzzaman Risale-i Nur’u Neden Telif Etmiştir?

Cevap: Risale-i Nur, Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın imana taalluk eden âyetlerini —yani doğrudan doğruya imânî hakikatlerle alâkalı olan âyetleri— bir mânevî tefsir olarak izah eder. Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur:

Risale-i Nur, bu âyetleri felsefenin veya fen ilimlerinin desteğiyle değil, doğrudan doğruya Kur’ân’ın belâgatiyle, Kur’ânî üslupla, Kur’ân’ın kudsî lisânıyla alır ve öylece tefsir eder. Yani Risale-i Nur, bu âyetlerde ifade edilen hakikatleri safî Kur’ânî bir üslûp ile, doğrudan doğruya o âyetlerin mânâlarını açar.

Bu asırda, bilhassa en büyük tehlike imana yönelmiştir. Zira imana yapılan taarruz, dinin bütün meselelerine yönelmiş bir taarruz demektir. Bu, işin ana esasıdır. Evet, şu anda hücum, doğrudan doğruya temele, imana yönelmiş durumdadır.

Bugün fen ve felsefenin tasallutu, bütün dünyayı istilâ etmiş vaziyettedir. Ancak bu fen ve felsefe, tabiat mantığıyla işleyen bir fen ve felsefedir. Yoksa biz, fen ilimlerinin hakikatini, kâinattaki yaratılışın keşfi sadedinde olan yönlerini inkâr etmeyiz. Yani kâinata bakan, varlığın nasıl yaratıldığını araştıran kısmı, —tıbbın, fiziğin, kimyanın yaptığı gibi— Allah Teâlâ’nın kanun-u tekvînîsini keşfetmeye çalışan yönü, bizim için makbuldür.

Fakat mesele orada kalmamış, bu fenlerin içine bir mantık, bir ruh, bir sistem olarak tabiatçılık fikri yerleştirilmiştir. İşte problem buradadır. Bu tabiat mantığıyla yapılan tefsir, tevil ve tasvirler imana taarruz etmektedir. Çünkü bu görüşler, Allah’ı devre dışı bırakıp, kudret ve hikmeti tabiata ve esbaba vermektedir.

İşte bütün bu asırda zuhur eden fesadın, her türlü fikrî ve içtimaî tahribatın temelinde bu zihniyet vardır. Bu ise doğrudan doğruya âlem-i İslâm’a hücum etmiş, nice kalplerde iman sarsıntılarına sebep olmuştur.

Bu en mühim mesele olduğu için, Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu fitneye karşı Kur’ân-ı Azîmüşşan’a, yani şifâların kaynağı olan eczahâne-i kudsiyeye müracaat etmiştir. Çünkü Kur’ân, her derdin dermanı, her hastalığın ilâcıdır. Bediüzzaman, bu asrın anlayışına ve tarzına uygun bir şekilde, doğrudan doğruya Kur’ân’dan alınmış hakikatlerle cevaplar vermiştir.

Evet, onun da ifadesiyle:

“Selef-i Sâlihîn’in eserlerinde her derde kâfî ve vâfî ilâçlar bulunur.”

Lâkin o eserlerdeki ilâçlar, yazıldıkları asra göre bir şekil almışlardır. Nasıl ki bir ilâç, hastaya ve devrine göre farklı şekillerde sunulabilir; aynı dersi veren üslûp da, zamana ve anlayışa göre farklılık arz eder. Ders aynıdır; fakat dersin veriliş usûlü farklıdır.

“Hakikat aynı, fakat sûret-i tedrisat değişir” diyor ya Üstad Hazretleri…

Selef-i Sâlihîn’in eserleri mânâ itibariyle her derde kâfî ve vâfîdir. Lakin bu asırda, o eserlerle doğrudan bu imansızlık hastalığına karşı mücadele etmek, yahut imana gelen taarruzu defetmek uzun bir zaman alır, müşkilatlıdır.

İşte bu sebepledir ki Üstad Hazretleri, kendini doğrudan Kur’ân’a muhatap kılmıştır. Asrın bütün manevî hastalıklarını, bizzat kendi nefsinde hissetmiştir. Zira kendisi bütün fenleri tahsil etmiştir. Der ki:

“Eski Said olarak fünun-u felsefeyi de, ulûm-u diniye ile beraber hafsalama doldurdum. Fakat yanlış olarak onu bir mâden-i tekemmül ve tenevvür zannediyordum. Lâkin o ulûm-u felsefe kalbimde ve ruhumda yaralar açmıştı.”

İşte bu, insanın farkına varamadığı, ama ruhunda tesir icra eden bir haldir. Fen ve felsefenin —kâinata bakan bazı hakikatlerini inkar etmiyoruz— fakat içine yerleştirilmiş bir ruh, bir mantık var ki, işte o, tabiat felsefesidir. Bu da, radyasyon gibidir. Hani derler ya: “Radyasyon insanı fark ettirmeden kanser eder.”

İşte tabiat fikriyle yoğrulmuş o felsefe, bir radyasyon gibi, kalpte ve ruhta yaralar açar. Esbaba tesir veren bir zihniyetle işlediği için, imanı kemiren bir ruh taşır. Üstad da buyurur ki:

“O felsefe ruhumda yaralar açmıştı.”

Ve bu yaraları, asrın manevî haletini kendi nefsinde derin şekilde hissederek Kur’ân’a müracaat etmiştir. Çünkü “hastalığa göre ilâç zuhur eder.” Kur’ân’da her derdin ilâcı vardır; lâkin, bir kimse hasta değilse, ilâç onda tesir göstermez. Meselâ başın ağrımıyorsa, ağrı kesici sana bir şey ifade etmez. Ama ağrıyorsa, ilâcın ehemmiyetini o zaman anlarsın.

İşte Kur’ân’da elbette bir şifâ var. Fakat o şifâyı almak için, insanda bir ihtiyaç hissi lazım gelir. Üstad da bu şekliyle asrı aynen kendinde hissederek Kur’ân’a yönelmiştir. Kur’ân-ı Azîmüşşan, bu yeni sûret almış felsefe-i tabîiyeden gelen tereddütlere karşı, doğrudan cevaplar vermiştir. İmanî müdafaaya ait silahlarını ve manevî ilâçlarını takdim etmiştir. Fakat bu, yalnız Kur’ân’dan alınan bir tefekkürle olmuştur. Başka bir fikirle, başka bir cereyanla değil.

Zaten bu noktada Kur’ân’ın i’câzı görünür. Bir zât ne kadar dâhi olsa, binlerce derece yüksek ilim sahibi de olsa, bütün insanlık çapında, bütün âlem-i İslâmı kuşatan bir şahs-ı mânevî hücumuna karşı tek başına mukabele edemez.

Bu, ancak Kur’ân’la mümkündür. Çünkü o Allah’ın kelâmıdır. Madem ki Kur’ân, her asra, her tabakaya, her insana hitap eder, o hâlde bu ahir zamanın en büyük fitnesine karşı da, elbette münâsip ilâçları, müdafaaya ait silahları vermesi gerekir ve vermiştir.

Selef-i Sâlihîn de aynı dersi vermiştir; fakat üslûp ve sûret-i ifâde farklıdır. Elbette Kur’ân-ı Azîmüşşan’ı tefsir eden ulemanın, müfessirlerin ve bütün ehl-i ilmin hepsi, bu hakikatleri aynı Kur’ân’dan almışlardır. Lâkin bu alınan mânâyı ilâç sûretine getirmek için bir ihtiyaç ve bir halet-i ruhiye lâzımdır.

Misal vermek gerekirse:

İlaçların aslı ekseriyetle bitkilerdendir. Fakat o bitkileri, olduğu gibi kullanamazsın. Zira doğrudan alındığında, muhataba fayda vermez. Hasta onu sindiremez. Onun alabileceği şekle bir hâle getirmek gerekir. Çünkü muhatabın aczi buna müsait değildir.

İşte Üstad Hazretleri de bu asırda doğrudan doğruya Kur’ân’ı üstad edinmiştir. Burası iyi anlaşılmalıdır: Risale-i Nur’un ne olduğunu doğru anlarsak, ondan sonra gelen bütün cümleler yerli yerine oturur.

 

Bu makale Soru – Cevap Derslerinin 3. Dersinden alınmıştır. Dersin Orijinal Youtube Linki: Risale-i Nur Nedir ? | Soru – Cevap 3. Bölüm

 

Soru Cevap Derslerinin Tamamı İçin :

 

Bunlara da bakabilirsiniz

Üstad Bediüzzaman Risale-i Nur’a Sadece Gerekli Olan Hadisleri Mi Almıştır ?

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Suâl: Üstad Bediüzzaman Risale-i Nur’a Sadece Gerekli Olan Hadisleri Mi Almıştır ?  Cevap: …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir